Bizim toplumumuzda evliliklerin yürümesinde kadın fonksiyonunun ağır bastığı inancı vardır. Hatta ”yuvayı dişi kuş yapar” atasözü toplumun bu inancını perçinlemektedir. Ancak yapılan araştırmalar, evlilikler üzerindeki erkek etkisini işaret ediyor. Başarılı bir evlilikte erkeğin rolünün büyüklüğü tartışılıyor. Araştırmalara göre biten evliliklerin büyük kısmı, erkek ilgisizliğinden kaynaklanıyor.
Boşanma istatistiklerinden ve yapılan araştırmalardan yola çıkarsak, evliliklerin ilk beş yılda bittiği ortaya çıkıyor. Yani evliliklerde ilk beş yıl kritik dönem olarak adlandırılıyor. Bu beş yıllık süreç içerisinde başarısızlıkla sonuçlanan evliliklerin temelinde erkek ilgisizliği ve eş uyumsuzluğu yatıyor. Uzmanlar, erkeklerin ilgisizliğini en büyük evlilik sorunu olarak nitelendirirken, eşlerin birbirleriyle olan uyumları kadar, her iki tarafın da aile uyumunun çok önemli bir etken olduğunu belirtiyorlar.
Evlilikle birlikte erkek ve kadının yeni sorumluluklar alması sonucunda, taraflar aileleriyle evlilikleri arasında bölünmeler yaşıyorlar. Ancak, bizim toplumumuz ataerkil bir yapıya sahip olduğundan en büyük bölünmeyi ise erkekler yaşıyorlar. Eğer bu bölünme doğru yönetilemez ve bölünmenin eşle aile arasında sınırları belirlenemezse eşler arasında ciddi anlamda çatışmalara yol açabiliyor.
Burada erkekten beklenen, ilgisini hem kendi ailesine makul bir şekilde devam ettirmesi hem de eşi ve onun anne babası arasındaki ilişkiyi herkesi memnun edecek şekilde denge kurarak huzuru sağlamasıdır. Erkek bu dengeyi kuramazsa eşler arasında çatışmalar yaşanır, evlilikler sarsılır. Birbirlerine karşı anlayışlı davranan çiftler bu denge süresini kolay atlatabilmekte ve zaman içerisinde ilişkileri güçlenerek, taşlar yerine oturabilmektedir. Bunun da evliliğe yansıması zamanla özellikle erkeğin önceliği eşine, çocuklarına yani bu günkü yuvasına vermesi şeklinde kendini göstermektedir.
Bu dengenin kurulamaması halinde evliliklerde sorunların giderek artacağını belirten Uzmanlar, aksi halde evliliğin boşanmayla sonuçlanabileceğini vurgulayarak, eşlerin biz olmayı başarabilmesi gerektiğinin de altını çiziyorlar.
Yeni kurulan ailenin göstermesi gereken ilk gelişim “biz olma” becerisidir. Dolayısıyla eşlerin evliliklerinin ilk yıllarında ilişkilerine yatırım yapmaları öncelik taşır. Temel uğraşların başında eşlerin birbirlerini daha yakından tanıması, farklı görüş ve alışkanlıklarda uzlaşabilme becerisi gösterebilmeleri ve ortak bir yaşam biçimini geliştirebilmeye hevesli olmaları gelir. Bunların oluşması için de çiftlerin her şeyden önce birbirlerine zaman ayırmaya ihtiyaçları vardır.
Bu anlamda da en büyük sıkıntılar erkeğin çoğu zamanını, ailesine (annesine) ve arkadaşlarına ayırması olarak karşımıza çıkmaktadır. Zamanının çoğunu eşine değil, ailesine ve arkadaşlarına ayıran erkek eşini tanıma ve ilişki bağını kuvvetlendirme için gereken zamanı evliliğine tanımamakta ve “biz olma” beceresinin gelişmesine engel olmaktadır. Dolayısıyla yeni evlenenler arasında ilişkinin sağlam temele oturmayışının en önemli nedeni özellikle erkeğin hala geçmiş aileleriyle “evli” olmalarıdır.
Uzmanlar, bu süreçte aile büyüklerine de önemli görevlerin düştüğünü hatırlatarak, aile büyüklerinin çocukları üzerindeki kontrol çabasının evliliklere zarar verdiğini kaydediyorlar.
Bu anlamda hem yeni evli çiftlere hem de yeni evli çiftlerin ebeveynlerine görevler düşmektedir. Çünkü çoğu durumda aile büyüklerinin çocuğundan kopamaması veya çevreyi kontrol etme ve gücü elinde tutma alışkanlığı, yeni evli çiftlerin evliliklerinde ilişki bağını kurmalarını zorlaştırmaktadır.
Kültürümüzde bu konuda en çok erkek annelerinden örnekler çıkmaktadır. Özellikle annelerin çocuklarıyla bağlılık ilişkisi yerine bağımlılık ilişkisi kurma eğilimi, evlatları evlendikleri zaman onlardan kopamamaya sebep olmaktadır. Bu da erkeğin evliliği ile üstlenmesi gereken eş rolünün gerekliliğini yerine getirememesine neden olmaktadır. Çünkü oğlunun evliliğinin bağımsızlaşması, eşiyle olan ilişkilerinin ve bağının güçlenmesi anne için otoritenin ve gücün kaybı anlamına gelmektedir. Bu da bir iktidar ve sahiplenme mücadelesi başlamasına yol açmakta, aileler içinde kişilik sınırları net çizilememekte herkes herkesin zaman ve mekânının içinde yer almaya başlamaktadır.
İyi niyetle ve samimiyet adına yapılan bu “kişisel sınır” ihlali, evliliklerin iki kişi arasında güçlenmesini örselemektedir. Burada en hassas görev erkeğe düşmekte, savunmaya geçmeden karşılıklı konuşabilmek ve kimin ailesinden gelirse gelsin evliliği yıpratabilecek tutumlardan el ele vererek kaçınmak en güzel tutum olmaktadır.
Bu nedenle de aile büyükleri ve arkadaşlar hem birey hem yeni kurulan aile için önemli destek sistemini oluştursalar da ilk yıllarda eşlerin en çok birbirlerini dinlemeye ve anlamaya zaman ayırmaları önemlidir. Unutulmamalıdır ki, eşler arası güven oluşmadan evliliğin yürütülebilmesi için gerekli olan ortak görüş ve kararlar oluşamamaktadır.